1970’lerin başlarında Birleşmiş Milletler Bilim ve Kültür Örgütü (UNESCO), eğitim sistemlerin bekleyeni karşılayamadığını algılayarak, modern dünyadaki eğitim sistemlerinin kapsamlı bir incelemesini yapmaya karar verdi. Bu amaçtan yola çıkılarak, Fransa Bakanlar Konseyi eski başkanı Edgar Foure başkanlığında ve Şili, Suriye, Kongo Halk Cumhuriyeti, Sovyetler Birliği, İran ve Amerika Birleşik Devletleri’nden seçilen üyelerle uluslararası bir komite kuruldu.
Komite, 23 ülkeyi ziyaret etti ve 25 yıldır UNESCO tarafından sunulan çalışmaları gözden geçirdi. Ayrıca, komitenin çalışmalarına katkıda bulunmak amacıyla dünyanın farklı ülkelerinden uzmanlar tarafından hazırlanan 81 araştırma makalesi de incelendi.
Komite, çalışmalarını 1972 yılında tamamladı ve çalışmalarının özetini, UNESCO tarafından kullanılan ve çeşitli dillerde basılan bir dergide yayınladı. Daha sonra, yeni eğitim sistemlerinin oluşturulmasında onlara rehberlik etmesi için üye devletlere dağıtıldı.
Komite, “Var Olmak İçin Öğren” başlıklı bir rapor hazırladı ve raporda şunlara yer verdi:
“Gelişmiş ülkelerde hüküm süren eğitim sisteminde genel olarak çifte standart uygulanmaktadır. Bir yandan bilimsel teknolojinin gerisinde kalan bu sistem, öte yandan da özellikle yüksek öğretimde bireyleri sosyal sınıflarına göre seçmektedir. Bu, az gelişmiş ülkelerde de sıkça karşılaşılan bir sistemdir. Ancak bu sistem, kültürel çevre ile sosyal ve insani açıdan büyük bir dezavantaja sahiptir. “
Eğer bahsedilen bu uluslararası komite, dünyada geçerli olan eğitim sistemi uygulamalarının gerçekliği konusundaki çalışmalarında bu sonuçlara ulaşmışlarsa, kuruluşundan günümüze kadarki süreçte bu sistemlerin altında yatan eğitim felsefelerinin tarihsel gelişimine bakıldığında algı ve kavram kargaşası ortaya çıkmaktadır.
Daha sonra yazar, MS 12. Yüzyıldan itibaren bu gelişimi (karmaşayı) tarihsel bir incelemeyle ele alır ve konunun sonunda şunları söyler:
Modern Batı Eğitim Düşünce Okullarının Önemli Eleştirileri
-
Pragmatik Düşünce:
- Pragmatizm, felsefelere, kuramlara, doktrinlere ve Darwin'in evrim teorisi ve faydacılık gibi önceki felsefi hareketlere dayanmakta ve maneviyatı tamamen inkâr etmektedir.
- Bu düşünce, öğrenme sürecinde “Kişisel Deneyim”e yönelik eleştirisinde abartılı bir vurgu yaparak, tüm eğitim materyallerinde ister muhasebe ister tarih veya coğrafi veya doğa bilimleri olsun, günlük yaşam deneyimlerinden çıkarılması gerektiğini savunmaktadır.
- Buna göre kişisel deneyim ve bireysel başarı, insanlığın tarihsel tecrübesi değil, ahlakın temel standartları olduğu anlamına gelir. Bunun amacı ise, bireyselliği ve rekabeti amaçlayan kapitalist bir toplumda, “en uygun ve en güçlü olanın hayatta kalması” ilkesiyle bireyi hayata hazırlamaktır.
- Varoluşçu Düşünce:
Bir Avrupa felsefe ekolüdür. 1950’lerin ortalarından itibaren gelişmeye ve yaygınlaşmaya başladı. En önemli düşünürleri şunlardır: Sartre, Camille, Unesco ve Neller.
Varoluşçu eğitim anlayışında en yüksek amaç, öğrenciyi kendisine döndürmek, bireyin varoluşunun tüm yükü ve sorumluluğunu üzerine almasını sağlamak ve bir kişisel kimlik bilinci kazanarak kaderinin belirleyicisi olmasını temin etmektir. Onda her şey bu amaca, yani öğrencinin kitlenin sorumsuz bir parçası veya üyesi olmak yerine, sahici bir varoluş ve yaşayışa ulaşmasını temin etmek amacına dönük olarak tasarlanır.
Varoluşçu anlayış, ahlaki değerleri mutlak bir şekilde inkâr eder ve insanın ahlaki değerlerini kendisinin oluşturacağına inanırlar. Bir davranışının iyi mi kötü mü olduğuna toplum değil, insanın kendisinin karar vereceğini savunurlar.
- Freudyen Düşünce:
Freudyen düşünce, insanın psikolojik gelişimine dair acı bir tablo çiziyor. Oysa toplumsal ilişkileri şekillendiren ve belirleyen, iç psikolojik oluşumlardır. Ayrıca, çocuğun davranışlarını şekillendirme hususunda biyolojik içgüdülere ve bilinçaltı dürtülere büyük önem vermektedir. Freudyen düşünce, insanın “ahlaki sorumluluğunu” reddediyor.
Krizden Kurtulmak İçin Yeni Bir Eğitim Felsefesine Doğru
1970’lerde, psikoloji alanında önemli adımlar atıldı. Atılan bu adımlar, soyut dünyadaki eğitim felsefesinin somutlaştırılması gerektiği sonucuna varılmasıyla beraber, bu alanda çalışmalar yapanların, kendilerinden öncekilerin ciddi hatalar yaptıklarının farkına varmasını sağladı.
Bu düşüncenin başında ise, psikolojideki “Üçüncü Güç” teorisinin sahibi Abraham Maslow vardır. Bazı dergilerde onun hakkında şöyle söylenmiştir: “Bugünden başlayarak bir asır sonrasına kadar, muhtemelen davranışlarımıza yönelik teorilerin çoğu Freud, Darwin veya Skinner’e değil, Maslow’a ait olacaktır.”
Maslow’un “Eğitim Felsefesi” alanında oynadığı en önemli rol, somut eğitim felsefesini savunma olarak ele alıp, açık bir şekilde din ve değerler alanına girilmesi gerektiği çağrısında bulunmasıdır. Ancak, Rönesans'ın başlangıcında Avrupa'dan yabancılaşmış olan ve din ile bilim arasındaki bölünmeye yol açan din ve değerler değil, çalışmalarında da belirttiği yeni bir din ve değer arayışı çağrısında bulunmaktadır. Baktığımızda da araştırmacılar bunun örneğini sadece İslam’da bulabileceklerdir.
Bu nedenle, çağdaş İslam dünyasının karşılaştığı zorlukların üstesinden gelmek, geleceğin ihtiyaçlarını ve beklentilerini karşılamak ve mevcut krizden kurtulmak için yeni bir eğitim teorisi arayan küresel eğitim düşüncesi dünyasına girmek ve yolculuğuna devam etmesine yardımcı olmak için İslami bir eğitime - bir mesaj olarak - hala ihtiyaç vardır.
.